Obsesif-Kompulsif Bozukluğunuzu Kontrol Altına Almanın Yolları

Takıntı kelimesinin Obsesif Kompulsif Bozukluk için anlamı;
istenmeyen, hoş karşılanmayan, kontrol dışı düşünceler olarak belirtilmiştir. Takıntılı (obsesif) düşünceler kişilerin istemleri dışında aniden zihinlerine girer, kişiye sıkıntı yaratır. Düşünce zihne girdiği andan itibaren kişinin dikkatini ele geçirir, başka bir şey düşünemez hale getirir.
Dikkat dağıtma yöntemleri kısa süreliğine işe yarar ve rahatlama hissi verir. Ancak istemsiz düşünce en kısa sürede yeniden ve tekrar tekrar kendini hatırlatır.
Takıntılar 3 türde kendini gösterir
1. Aniden beliren resimler ve görüntüler
2. Zihinden geçen düşüncelerin kuşku içermesi (‘…yaptım mı?’, ‘Ya …ise?’ gibi)
3. Bir şeyi yapmak için duyulan şiddetli arzu, dürtü

Hemen hemen her insanın gün içinde zihninde aniden ve istemsiz düşünceler oluşabilir. Gün içinde insanlar 4000’den fazla düşünceye sahiptir. Herkeste hangi bilginin yararlı olduğuna dair işleyen bir filtre sistemi vardır.
Düşüncelerin gelişi kontrol edilemez. Ancak filtreleme yöntemi ile öncelik sırası belirlenir. Öncelik sırası tehlikeli olabilecek düşüncelerdir.
Obsesif düşünceler kişiyi tehlike de hissettiren, öncelik vermesi gerektiğine inandıran rahatsız edici düşüncelerdir. Görmezden gelmesi zordur.

Normal düşünce ile obsesif düşünceyi birbirinden ayırmak önemlidir.
Her istemsiz düşüncenin zihinde belirmesi obsesif kompulsif bozukluk (OKB) olduğu anlamına gelmemektedir. Bir kişinin OKB olduğunu söylebilmek için takıntılı (obsesif) düşüncelerin normalinden fazla olması ve bu rahatsız edici düşünceyi ortadan kaldırmak için kompulsif (kontrol edilemeyen) davranışlarda bulunma eğiliminin bulunması gerekmektedir. Bu durum bir gün içinde bir veya daha fazla saat sürüyor ise OKB düşünülebilir.
Kompulsif davranışlar rahatsız edici düşünceyi nötrleştirmek amacı ile yapılmaktadır.
Takıntılar kişiye özgüdür. Genel olarak çeşitleri;
-Şiddet veya zarar verici içerikli: Yanlışlıkla birine zarar verip vermediğine dair kuşkular, birine şiddetli zarar verme arzusu veya zarar verdiğine dair zihinsel görüntüler…
-Cinsel içerikli: kişinin iğrenç bulduğu bir cinsel eylemin zihinde belirmesi, tacizde bulunup bulunmadığına dair kuşkular, istismar içeren cinsel eylemde bulunma arzusu…
– Dinsel içerikli: Günah işlediğine dair kuşkular, Tanrıya küfür etme arzusu vs., günah olabileceğini düşündüğü eylemlerde bulunmanın zihinde canlanması…
Bunun yanı sıra yapılan çalışmalarda sıklıkla  kirlenme ile ilgili endişe duyma takıntılarına rastlanmaktadır.

Rahatsız edici düşünleri yok etmek/ortadan kaldırmak veya nötrleştirmek amacı ile tekrar eden davranışların (kompulsif) yapıldığı görülmektedir.
Kompulsif davranışların genel özelliği;
Davranışı yapmak için şiddetli bir istek bulunur. Davranış tekrarlayıcı ve kasıtlı yapılmaktadır. Kişi zaman zaman kontrolü kaybetmiş gibi hissedebilir. Rahatsız eden düşünce ortadan kalkana kadar devam edebilir.

Obsesif düşüncenin ve kompulsif davranışın devam etmesinin sebebi;
Kişilerin istenmeyen düşünceleri ve bu düşüncelerini kontrol etme çabalarının kusurlu veya hatalı değerlendirmesinden kaynaklanmaktadır. Kişiler, takıntılı düşüncelerin sebep olduğu  sıkıntıları, kontrol etmede başarısız girişimlerde bulunmaktadır. Burada ki başarısız girişimler nedeni ile  takıntı düşünceler ve engel olunamayan davranışlar devamlılık göstermektedir.

OKB’li kişiler, rahatsız eden bu düşünceleri tehlikeli bulmakta ve bunun sebebi olarak kendini sorumlu tutmaktadır. Bu yanlış yorumlama nedeni ile düşünceye bağlı geliştirdiği takrarlayıcı davranışlarda bulunma zorunluluğunu hisseder veya kaçınma davranışı geliştirir.
Bu davranış kişiyi geçici olarak sakinleştirir ve yarattığı endişeyi kısa süreliğine dindirir. Ancak yapılan araştırmalara göre; kullanılan bu başa çıkma yönteminde istenmeyen düşüncelerin ortaya çıkma sıklığının arttığı gözlemlenmiştir.

Takıntılı düşüncelerin ısrarcılığı, kişilerde ‘korkunç bir şey olabilir’ gibi  hatalı bir değerlendirme yapmasına sebep olmaktadır. Burada oluşabilecek korkunç bir durumdan kişinin kendini sorumlu tuttuğu belirlenmiştir. Gerçek anlamda tehlikeli veya olumsuz bir sonuç olasılığı ne kadar az olursa olsun OKB’li kişiler bu durumun engellenmesinde kendini sorumlu tutmaktadır. Bu sonucu engellemek amacı ile düşünceyi nötrleme eylemi yani kompulsif davranış geliştirir.
Bu Kompulsif davranış kısa süreliğine de olsa kişi de rahatlama sağlar. Kısa vadede kişiyi rahatlatmaya ve olumsuz duyguyu azaltmaya  yardımcı olan bu strateji, kişilerin pekiştirdiği ve bunu tekrar edecekleri davranışlar haline gelmektedir.

Kısa süreli vadede bu durum işe yarıyor gibi algılansa da uzun vadede çözüm üretmemektedir. Hatta kişiyi düşüncelerini yanlış değerlendirmesine ve abartmasına sebep olmaktadır.
Takıntıya yanıt olarak geliştirilen bu davranışı, kişinin bir sonra ki takıntılı düşüncesine karşı tekrar kullanmasını kolaylaştırır.
Bu hatalı başa çıkma yöntemi nedeniyle kişi rahatsızlık veren düşüncenin gerçek tehditi hakkında yeterli bilgi  kazanamamaktadır. Takıntılı düşüncenin gerçeklikle uyumlu olup olmadığını öğrenemez.

OKB’li kişiler takıntılı düşünceleri bastırıp zihne gelmemesi için çaba harcarlar. Ancak bu çaba istenmeyen düşünceyi daha fazla akla getirmektedir.

OKB tedavisinde, obsesif düşüncenin hatalı yorumunu dengeli ve sağlıklı değerlendirme ile değiştirmek, kompulsif davranışı veya diğer stratejileri ortadan kaldırmak, takıntı ne kadar sıkıntı yaratıcı olursa olsun kendi haline bırakabilmek amaçlanmaktadır.
Tedavi sürecinde ilk karşılaşılan  sorun, problemi gizleme olduğu görülmüştür. Kişiler başkalarının tepkisinden çekindikleri için bu düşünceleri gizleme eğilimi gösterebilirler. Ancak tedavi alanında başarılı olmak için gerekli olan ilk adım bundan söz edebilmektir.
OKB tedavisinde takıntılı düşünce sıkıntı yaratsa da onu kendi haline bırakma ve daha önce kullanılan hatalı baş etme yöntemlerini kullanmama nedeniyle kişilere en başta korkutucu gelmektedir.
Uygulanan tedavi yöntemi nedeniyle kişiler OKB’sinin daha kötüye gideceğini düşünerek korkmaktadır. Ancak alıştırmalar sırasında kişi stres yaşada de bir süre sonra stres seviyesinin azaldığını hissetmektedirler. Kısa dönemde zorlanılsa bile uzun vadede kazanç sağlamaktadır.

Tedavi yönteminde kişilerin hazır olduğu stres seviyesi belirlenir. Kişinin başa çıkmayacağını düşündüğü hiçbir alıştırmanın verilmemesi veya hazır olmadığı stres seviyesine maruz bırakılmaması önemlidir.
Kişinin başa çıkma stratejilerinin hiçbirini kullanmadan takıntısını deneyimleyeceği  ve stresin bir süre sonra azaldığını hissedebileceği bir yöntem olarak yüzleşme/maruz bırakma kullanılmaktadır. Bu yöntem ne kadar sık kullanılırsa duygusal tepkilerin o kadar hızlı azaldığı görülmektedir.
Rahatsız edici durumla ilgili yüzleşmelerde  stres genel olarak 30 dakika içinde azalmaya başlamaktadır. Bir sonraki stres yaratıcı olan bu durum ile karşılaşma da stresin ilk karşılaşmada ki kadar şiddetli olmadığı görülmektedir.

OKB tedavi egzersizlerinde aile desteği büyük önem kazanmaktadır. OKB’si olan kişilerin aile bireylerinin gelişim hızına eleştirici olmamaları  gereklidir. Ailenin desteği tedavinin önemli bir parçasıdır.
OKB’li kişilerin  aile bireyleri sıklıkla yardımcı olmak isterler ancak bunu nasıl yapacaklarını bilemezler.
Aile üyelerinin OKB’li kişiye destek olması için;
Kişinin çabalarını takdir etmesi ve destekleyici yaklaşımlarda bulunması gerekmektedir.
Yardımcı olmak adına telkin cümleleri kullanmak kişiye destek sağlar.

Uzman Klinik Psikolog
Gizem Duran Tüzer 

Çok Gülen Çok Mu Ağlar?

 

Genel olarak çok duyduğumuz bir sözdür değil mi? Bu bir batıl inanç mıdır yoksa bilinç altında ki farkedemediğimiz korkularımız mı var? Çok gülmenin çok ağlamakla ne gibi bir ilgisi olabilir? Mutlu olmanın bir bedeli olabilir mi?

Siz de bir şeyin gerçek olamayacak kadar iyi olduğunu hissettiğinizde veya durumun sizin açınızdan yararlı olduğunu gördüğünüzde buna mutlu olamadan şüphe hissediyor musunuz? Olayın sevincini hissetmeden önce kişiler ya bunun sonunda kötü bir şey olursa gibi bir otomatik düşünceye sahiptirler. İstese de bu duyguya engel olamaz ve kendini kısıtlanmış bir mutlu olma halinde bulur. Çünkü çok sevinmemelidir sonunda kötü şans başına bela olabilir.

Bir süre sonra bireyler keyif verici, mutlu olabileceği etkinliklerden bile kaçınmaya başlar. Sevinçli haberler duymak onu korkutur.  Çünkü mutlu olursa sonunda üzülebilir gibi bir kısır döngü içerisine girer.

Aslında kişi eğlenceli aktivitelerden değil o anda mutlu ve keyifli olarak kötü bir duruma hazırlıksız yakalanmaktan korkar.

Neden bir insan pozitif bir duygudan korksun ki? Bunu tam olarak anlamak bazen zor olabilir. ancak kişinin geçmiş yaşam deneyimleri, çocukluktan itibaren mutluluk ve ceza ilişkisi bireye bunu öğretmiş olabilir. Çok mutlu olduğu zamanlarda yaşadığı olumsuz deneyimler bunu pekiştirmiş olabilir. Kişi mutlu olduğu anda bir sebepten veya kişiden dolayı mutluluğu elinden alınmış ve negatif duygularla onu cezalandırmış olması bireye mutluluğun uzun sürmediği algısına sebep olmuş denebilir. Bunu deneyimleyen kişinin artık düşüncesi ‘mutluluk uzun sürmez mutlaka arkası olumsuzluktur’ olur. Kişi artık mutlu olduğu anlarda ‘şimdi ne olacak’ diyerek algılarını daha çok olumsuz durumlara açarak bekler.

Ve genellikle olumsuzluğu deneyimler. Bu da düşünceyi pekiştirir. sevinçler doyasıya yaşanamaz, bastırılmak zorunda kalır. Şüpheli bir mutluluk insana ne kadar olumlu bir yön verebilir ki?

Bu durum yalnızca mutluluk-mutsuzluk kısır döngüsüyle kalmayıp artık bireye depresyon da eşlik etmeye başlayabilir. Bazen bu iki durum birbirine de karıştırılabilir.

          Peki Ne Yapılmalı?

Hayat tek düze giden bir yol değildir. İnişleri ve çıkışları vardır. Her zaman mutlu veya her zaman mutsuz devam etmez. Bir duygu bile sonsuza kadar sürmez. Örneğin; sevinçli bir haberi ilk aldığınızda ki mutluluk ile 5 dakika sonra ki mutluluk oranı aynı değildir. Gün içinde bile farkında olmadan bir çok sevindirici veya üzücü olaylarla karşılaşabiliriz. Örneğin sosyal medyada gezinirken kötü bir haberin arkasından bir sonra ki sayfada sevdiğiniz biri ile ilgili bir gelişmeyi görebilirsiniz.

Şimdi belki diyorsunuz ki ‘iyi güzel de bu benim elimde değil, farkında bile olmadan o duyguya giriyorum.’ Evet, bu bir andan değiştirilebilecek bir durum olmayabilir. Çünkü uzun yıllar boyunca hayatınızın önemli bir bölümünü bu düşünce üzerinden inşaa ederek ilerlemişsiniz. Hatta deneyimleriniz de sizin bu düşüncenizi pekiştirmiş. Yani yumuşak bir dokuya belki kolay bir şekil verirsiniz ama kemikleşmeye başlamış bir yapıya istenilen şekil anında verilemez. Kırılabilir. Yavaş yavaş zamanla olabilecek bir durum. Bunun için doğru düşünmeyle başlanabilir. İşlevsiz düşünceler yerine daha işlevsel düşünceler geliştirmek önemlidir.

Bu konuda mutluluk ve kötü olay arasında ki bağlantıyı çalışabileceğiniz en iyi alanlardan biri Bilişsel Davranışçı Terapi’dir. Düşünce biçimini değiştirme duygu ve davranışların değişimi için en önemli adımdır. Doğru düşünme tekniklerini öğrenerek gelecek hayatınızda bu problemi geçmişte bırakıp sevinci, mutluluğu hissedip, doyasıya yaşayabileceksiniz.

Uzman Klinik Psikolog
Gizem DURAN TÜZER

Çocuk Hakları ve Sorumlulukları

Çocuk Hakları ve Sorumlulukları

 

          Çocukluk, 0-18 yaş arası dönemi kapsayan insan yaşamının en önemli dönemlerinden biridir. Çocuğun bu dönemi sağlıklı atlatabilmesi onun yetişkinliğe ve topluma olumlu bir yatırım olması açısından önemlidir. Her çocuk ailelerin ve toplulukların içinde, şiddetten uzak gelişme fırsatlarına sahip bir biçimde yaşamayı hak etmektedir.

Çocukların daha iyi koşullarda yaşamalarını sağlamak amacıyla, çocuğun yaşam kalitesini ve memnuniyetini ön plana alan ve belirlemeye çalışan, saygı gördükleri koruyucu bir ortamda büyümelerini amaçlayan çocuk hakları sözleşmesini her ailenin ve her çocuğun çok iyi bilmesi gerekmektedir.

Çocuk hakları, kanunen veya ahlaki olarak dünya üzerindeki tüm çocukların doğuştan sahip olduğu; eğitim, sağlık, yaşama, barınma; fiziksel, psikolojik veya cinsel sömürüye karşı korunma gibi haklarının hepsini birden tanımlamakta kullanılan evrensel kavramdır.

Bu haklar dört temel inanç üzerine kurulmuştur:

  1. Çocuklar ayrımcılığa maruz kalmamalıdır
  2. Çocukları etkileyen her kararda çocukların çıkarları en önemli düşünce olmalıdır
  3. Çocukların sağ kalma ve sağlıklı şekilde gelişme hakkı vardır
  4. Çocukların kendilerini etkileyen konularda düşüncelerinin dikkate alınması hakkı vardır.

Buna bağlı olarak, her çocuğun yaşam hakkı, eğitim hakkı, nüfus kütüğüne kaydolma, isim, vatandaşlık ve mümkün olduğu ölçüde anne-babasını bilme ve onlar tarafından bakılma hakkı vardır.

Bu konuda ailelerin dikkat etmesi gereken en önemli nokta çocuklara bu hakları öğretmekle birlikte hak ve sorumluluğun önemini de anlatmaktır.

Çocuk hakları kavramı, bir toplumun sağlıklı inşasında oldukça önemlidir. Bununla birlikte çocukların da bu konuda yeterli bilgilerinin olmadığı bilinmektedir. Bu nedenle her çocuğun sahip olduğu hakları öğrenmesi ve bilmesi yetişkinlerin ve ebeveynlerin sorumluluğu olduğu bilinmelidir.  Çünkü haklarını bilen toplum sorumluluklarını da öğrenir. Herkesin olduğu gibi çocuklarında yerine getirmesi gereken sorumlulukları bulunmaktadır. Hak ve sorumluluklar birbirlerinin tamamlayıcısıdır. Bu sebepten dolayı çocukların ailede ve toplumda ki rolü öğretilmeli, üstlenilen rollerin gerektirdiği sorumlulukları yerine getirmenin önemi anlatılmalıdır. Bu hakları elde etmek için üzerimize düşen görevleri yerine getirmemizin gerekliliğini öğretmek bilinçli bir toplumun parçası olmak için önemlidir.  Hakları bilmenin haksızlığı önleyeceğini bilmesi gereklidir.

Çocukların haklarının bilincinde olması ve bunları içselleştirebilmesi önemli bir noktadır. Çünkü haklarının bilincinde olan çocukların, başkalarının da haklarına saygılı olmayı öğrenmeleri ve toplumda uyumlu birer kişi olabilmeleri mümkündür.

Hak ve sorumluluğunu olduğunu bilen çocuklar yetişkinlik döneminde ki hak ve sorumluluklarının bilince olacaktır. Herkesin üyesi olduğu okula, topluma, kendisine, arkadaşlarına, çevresine ve doğaya karşı sorumluluklarını bilmenin ve yerine getirmenin hem kendisini hem çevresini mutlu kıldığını görür.

Bu hakların edinilmesinin ve öğrenilmesinin ailede başladığı unutulmamalıdır. Aile her konuda olduğu gibi hak ve sorumluluklar alanında da çocuğa yol göstericidir. Temelini aileden alan çocuk akademik hayatında buna daha rahat uyum sağlayacak ve şekillenecektir.

 

Uzman Klinik Psikolog

Gizem Duran Tüzer

 

 

 

Çocuk ve Deprem

Çocuk ve Deprem Korkusu

Deprem her yaş grubu için ciddi bir travma yaratır. Ancak çocuklar olaya anlam vermekte zorlanırlar bu nedenle daha şiddetli olarak etkilenebilmektedirler.

Deprem Sonrasında Çocuklar Neler Yaşar?

Yalnız kalmak istememe, aşırı korku-endişe, sinirlilik, uyku düzensizliği, uykuya dalmakta güçlük, kabus görme, iştah kaybı, yaşından daha küçük davranışlar gösterme, anne-babaya bağımlılıkta artış, olayı tekrar yaşıyormuş gibi hissetme, okula gitmek istememe, yalnız uyumak istememe, parmak emme, tırnak yeme gibi davranışlar gözlemlenebilir.

Bu Durumda Ne Yapmalıyız?

Çocukların bu dönemde anne babanın desteğine her zamankinden daha çok ihtiyacı vardır. Bu nedenle çocuğun rahatlaması  yalnızca anne babanın sakin kalması, kendi duygudurumlarını kontrol altına alması, çocuğun yaşına uygun açıklama yapması ve güven ortamı yaratması ile olacaktır.

Mümkün olduğunca çocuğun eskiden ilgisini çeken ortamlarda bulunması ve kendi yaşıtları ile etkileşim halinde olması sağlanmalı ancak ilişki kurması için zorlamaktan kaçınılmalıdır.

Rutinleri ve kuralları bozmayın. Çocukların kendisini güvende hissetmesi için günlük rutinlere devam edilmesi greklidir. Ilk bozulan rutin uyku düzenidir. Bu nedenle çocuklara bu açıdan destek olmak anne babaların en önemli görevidir.

Yaşanılan Durumu Nasıl Açıklamalıyız?

Öncelikle anne babaların kendi duygularını farketmesi ve kontrol altına alması gereklidir. Anne babasını korkmuş ve tedirgin gören çocuk paniğe kapılır. Bu sebeple  ailelerin deprem karşısında sergilediği tutum oldukça önemlidir. Çocuklar her durumda verilen tepkilerin ve yapılan yorumların farkındadır. Olayları ve verilen tepkileri izlerler kendi algılarına ve hayal dünyalarına göre yorumlayıp benimserler. Anne babasının paniğe kapılmış olduğunu gören çocuklar, verilen telkinlere kayıtsız kalırlar.

Merak ettiği soruları sorabileceğini belirtin ve yaşadığı duyguları dışa vurabileceği alanlar açın. Çocuğun sorularını dinleyin ve yaşına uygun olarak açıklayın. Asla konuyu geçiştirmeyin veya kapatmayın. Eğer yanıtını bilmiyorsanız araştıracağınızı belirtin.

Yalan söylemeyin. ‘ bir daha olmayacak’ vs. gibi cevaplar doğru olmayacaktır. Sakinliğinize dikkat ederek böyle büyük depremlerden sonra ufak sarsıntılar olabileceğini, bunun normal olduğunu, nasıl önlemler alabileceğinizi yaşına uygun biçimde açıkamak yeterli olacaktır. Fazla bilgi vererek çocuğun kafasının karışmamasına dikkat edilmelidir.

Deprem hakkında ki önlemlerinizi çocuklarla paylaşabilirsiniz. Ebeveynlerinin hazırlıklı ve herşeyi kontrol altında tuttuğunu gören çocuklar kendilerini güvende hissedecektir.

Çocukların medyada ki haberlere maruz kalması engellenmelidir. Yanında konuşulan konulara dikkat edilmelidir.

Uzman Klinik Psikolog

Gizem Duran Tüzer

Çocuklar Normalleşme Sürecine Nasıl Uyum Sağlar?

Uzun zamandır evde bulunma durumu, kısıtlı yaşam, yetişkinler için ne kadar zor bir durum haline geldiyse 20 yaş altı çocuklar ve gençler için de aynı oranda sıkıntı hissettirmektedir. Çocukların ve gençlerin enerjilerini yönlendirebilecekleri alanların azalması, arkadaşlarını görememe, sosyalleşememe durumunun uzun süre yaşanması sebebi ile birçok çocuk ve genç için öfke ve hayal kırıklığı yaşattı diyebiliriz. Son zamanlarda bu kısıtlamaların bir ölçüde hafifletildiği, normalleşmenin yavaş yavaş başladığı bir döneme geçmekteyiz. Ancak uzun süreli evde kalma durumu sebebi ile bazı çocukların bu dönemde dışarı çıkarken, sosyal ortamlarda bulunurken kaygı yaşaması, ortamdan uzaklaşma isteği gibi durumlar görülebilir.  Bu süreçte verebileceği tepkileri yumuşatmak adına anne babaların yapması ve üzerinde durması gereken bazı konular vardır.

Dışarı çıkma konusunda kaygı, endişe veya kaçınma durumu yaşayan çocuklar için ailelerin, çocuklarını sakinleştirmesi, korktuğu noktalar üzerine durularak açıklama yapmaları önemlidir. Çocuğa yapılan açıklama ve bilgilendirme burada oldukça önemlidir. Öncelikle ailelerin paniğe kapılmamaları, durumu endişe ile karşılamamaları gereklidir. Özellikle çocuğun kaygıları üzerine yapılan sakin yaklaşım, çocuğun kendini güvende hissetmesi için önemli bir noktadır. Dışarı çıkmaktan neden korktuğu hakkında çocuğun düşünleri sorulabilir. Dışarı ile ilgili merak ettiği konular üzerinde durulabilir. Ancak bunlar konuşulurken çocuğu yaşını ve duygusal olgunluğu göz önüne alınmalıdır. Yaşına uygun açıklamalar yapılmasına dikkat edilmelidir. Gerektiği kadar ve anlaşılır açıklamalar yapmak yeterlidir. Fazla ve gereksiz bilgi çocuğun kafasını karıştırıp daha fazla panik yaratabilir.

Süreç ve durum olduğu gibi açıklanmalıdır. Olduğundan fazla korkunç veya daha basit ve önemsiz hale getirilmediğine dikkat edilmelidir. Dikkat edilmesi gerekilen kurallara ve önlemlere odaklanması sağlanmalıdır. Önlemler hakkında merak ettiği konular açıklanmalıdır. Dokunma, diğer insanlara yaklaşma veya ne kadar uzak durmak gerektiği gibi durumlar anlatılmalı, gerekirse somut olarak gösterilmelidir. Örneğin; bir yere dokunmak problem değil, önemli olan elini ağzına ve  yüzüne sürmemesi gerektiği söylenmelidir. Sosyal mesafe ile ilgili olarak, dışarıda insanlardan ne kadar mesafede uzak durması gerektiği, evde oyun olarak gösterilebilir. İki kişi yan yana kollarını açtığında ellerinin birbirine değmemesi gerektiği söylenerek belirli ölçü tutturulabilir.

Çocuk dışarı çıktığında etrafında ki herkesin maskeli olmasından korkabilir. Veya dışarıya çıkarken maske takmak istemeyebilir. Bu durumda dışarı da ki insanların neden maske taktığı ve önemi hakkında bilgi verilmelidir. ‘Maskeler bize virüs buluşmasını engellemek içindir. Bu nedenle maske kullanma ihtiyacımız olabilir, bu kişilerde bizim gibi mikroplardan ve virüslerden korunmak için önlem almış’ gibi bir açıklama yeterli olabilir. Evde kendi maskesini boyamasını, üzerine resim çizerek tasarlamasını sağlanabilir. Bu şekilde kişiselleştirdiği bir eşyasını daha çok sevebilir ve takmasını kolaylaştırabilir. Aynı zamanda anne-baba kendi maskesini tasarlayabilir bu sayede bir uyum sağlamış olacak ve çocuğun bu durumu daha kolay benimsemesine yardımcı olacaktır Yine kukla veya oyuncak bebek yardımı ile maske takmanın önemi anlatılabilir. Bebeklere maske takma, kuklalarla sosyal mesafeyi koruyarak, arkadaşları ile nasıl oynanabileceğini çocuklara anlatmak daha kolay ve akılda kalıcı olmasını sağlayabilir.

Bunun yanı sıra sokağa çıkmadan önce çocuğun bilgilendirilmesi önemlidir. Bir an da dışarı çıkan çocuk ne yapacağını şaşırıp kaygı duyabilir. Ancak öncesinden bilgilendirilirse tepkilerini kontrol etme fırsatı olacaktır. Aynı zamanda dışarıda nasıl planlı ve kurallı hareket edebileceğini düşünmesini sağlar.

Uzun süre sonra ilk defa dışarı çıkan çocuk çok heyecanlanabilir. Özellikle evde koyulan kuralları unutabilir. Maskesini çıkarabilir, her yere dokunmak isteyebilir. Arkadaşlarına sarılmak isteyebilir. Burada ailelerin sakin kalmaları önemlidir. Aşırı bir tepki vermeden tekrar kurallar hatırlatılmalıdır. Enerjisini atmak isteyen çocuk kısıtlanmamalıdır. Özellikle küçük yaş çocuklarda her yere dokunma isteği, yere oturma gibi davranışlar çokça görülebilir. Bu durumda aileler çocuklara aşırı tepki vermekten kaçınmalıdır çünkü çocuğun kaygılarını arttırarak dışarı çıkmanın tehlikeli olduğuna dair bir düşünce yapısını benimseyebilir. Bu durumla aileler çocuğunu izleyerek ellerini yüzüne ve ağzına sürmemesine dikkat etmeli, dezenfektan ile temizlemelidir.

Çocuklar bu süreçte ailelerinin verdiği tepkileri göz önüne alacaktır. Durumu çevresinden gelen tepkilere göre yorumlayacaktır. Bu nedenle ailelerin sakinliğini koruması, çocuğu güvende ve her şeyin kontrol altında tutulduğu izlenimi vermek biraz daha rahatlatacaktır. Ailelerin ve çocukların gereken kurallara uyması ve dikkat etmesi sonucunda normalleşme sürecinin sıkıntısız yaşanacağı bilinmelidir.

Uzman Klinik Psikolog

Gizem DURAN TÜZER

 

Çocuklara Corona Virüsü Nasıl Anlatılmalı?

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizin de gündeminde coronavirüsü yer almaktadır. Ebeveyn olarak ilk aklımıza gelen sorulardan biri ‘corona virüsünü çocuğuma açıklamam gerekirse nasıl davranmalıyım?’

Öncelik olarak dikkat edilmesi gerekilen durumlardan biri ebeveynin tutumu olduğu unutulmamalıdır. Ebeveynler bu süreçte ne kadar kaygılı ise çocuklarında etkilenme olasılığı bir o kadar artmaktadır. Okul öncesi dönemdeki çocuklar, bu tip durumları somut olarak ele alamadıkları için, olayları çevresinde ki yetişkinlerin ve ebeveynlerinin davranışlarına bakarak yorumlarlar. Ebeveyn kaygılı, endişeli ve stresli ise çocuk da benzer bir tutum içine girebilir. Bu sebepten dolayı öncelikle sakin kalmaya özen göstermelisiniz. Çocuklar için karmaşık olabilen bu durum karşısında, ebeveynininsoğukkanlı ve sakin olduğunu gören çocuk paniğe kapılmaması gerektiği mesajını alacaktır.

Süreçle alakalı çocukların merak ettiği sorularla karşılaşabiliriz. En çok karşılaşabileceğimiz sorular virüs nedir, bize bulaşır mı, neden maske takıyoruz ve neden okula gitmiyorum? Bu nedenle yaşanılan durumu gizlemek yerine onların yaşına uygun bir dilde, samimi olarak bir açıklama yapmak yeterli olabilir. Gerekli olmayan fazla detay veya bilgi çocukta kafa karışıklığına sebep olabilir. Bu nedenle basit kelimeler ile kısa ve net ifadeler kullanmanız yeterli olacaktır.

‘Virüsler gözle görülemeyen küçük mikroplardır. Virüsün bize bulaşmaması için gerekli önlemleri aldığımız zaman sorun yok. Ellerimizi yıkamak, ellerimizi ağzımıza götürmemek, öksürürken ve hapşırırken ağzımızı kapatmak, sağlıklı beslenmek ve bol bol su içmek bizim korunmamız için yeterli olur. Maskeler bize virüs buluşmasını engellemek içindir. Bu nedenle maske kullanma ihtiyacımız olabilir. Virüslerin yayılmasını engellemek için kalabalık yerlere gitmemeye dikkat etmeliyiz. Okullarda toplu olan bir yer olduğu için bir süre okulumuz kapalı kalacak. Bu zamanı evde geçireceğiz’ gibi cevaplar çocuklar için yeterli olabilir. Sorular karşısında doğal ve rahat bir tutum sergilemeniz verilen cevaplar kadar önemlidir. Aynı zamanda nasıl korunmamız gerektiğini oyun veya hikaye ile de anlatabilirseniz daha kalıcı olabilir.

Bu dönemde dikkat edilmesi gerekilen noktalar çocuğun bulunduğu ortamlarda devamlı olarak bu konunun konuşulmaması, haber kanallarının sürekli açık olmamasıdır.

Sağlık önlemi ile okula ara verilen bu dönemde anne babalar olarak çocuklarla yapılabilecek etkinlik ve oyunlar;

Balonu Havada Tut:

Katılımcılar çember şeklinde oturur. Oturdukları yerden kendilerine atılan balonu havada tutmaya çalışır. Balonu kaç kere sektirdiğini yüksek sesle sayarlar.

Kutuda Ne var?

Kutuya koyduğunuz bir nesneyi, en fazla 10 soru sorarak çocuğunuzun bulmasını isteyebilirsiniz.

Bu oyunu aklından hayvan tutmaca olarak da oynayabilirsiniz. Kişi aklından bir hayvan tutar. Çevresindekiler onunla ilgili sorular sorarak (kaç ayaklı, uçuyor mu…) o hayvanı bulmaya çalışır.

Boya ile Baskı Yapma

Yaprak baskısı, patates baskısı, el baskısı ve bu baskıları bir figüre (el baskısını kediye çevirme, yaprak baskına vazo ve ağaç çizme vs.) çevirme.

Kelime Avı

Kelime avı oyununda çocuğa söylemek için bir hece seçilir. Örneğin bu hece “ba” olsun. Çocuktan ba hecesi ile başlayan en az 5 tane kelime bulmasını istenir (balık, balon gibi). Eğer yanlış söylediği şeyler olursa onu uyarılır ve doğruları söylenir. Bu oyun ile çocuğunun kelime haznesi genişleyecek ve kelimeleri telafuzu düzenler.

Hikaye Oyunu

Bu hikayeyi çocuklar yazıyor! Önce elinize bir kitap alıp, “bir varmııış bir yokmuuuuş” diyerek başlayabilirsiniz. Siz hikayenin girişini yapıp, biraz okuyun. Ardından hikayenindevamını kendi fikirleriyle çocuğunun getirmesini söyleyin. Bu oyunla çocuğunun hayal gücü ortaya çıkar ve gelişir.

Bu oyun da aynı zamanda yer, zaman, karakter verilip kendi hayal gücü ile yeni bir hikaye yaratması istenebilir.

DOKUN TAHMİN ET

 Bir tepsi içinde evde bulunan nesneler konur. (Toka, para, saç fırçası, cüzdan vb.) oyuncuların gözleri kapatılır ve dokunarak nesneleri tanımaya çalışır. Dokunma duyusunu kullanarak akıl yürütme, aktif işleyen bellek alanlarını gelişmesine yardımcı olur.

Eşleştirme Kartları

5-6 çift ile eşleştirme oyunu oynayabilirsiniz.

Bunun yanısıra;

El kuklası gösterisi
Ev tiyatrosu
Evde gereksiz kutu, boncuk, düğme vs. nesnelerle bir şeyler üretme (ev, robot, araba)
Lego ve bloklarla oynama
El gölge oyunları
Hayvan sesleri taklit etme
Eğer aile albümü düzenli değilse birlikte aile albümünü düzenleme
Evet – Hayır oyunu
Kulaktan kulağa
Kağıt katlama (origami)
Renkli karton, boyalar ve yapıştırıcı ile kendi kartpostalını yaratma
Birlikte yemek yapma
Ve kutu oyunları

      Keyifli vakit geçirmenizi sağlayacak etkinliklerdir.

                               Uzman Klinik Psikolog

                                   Gizem Duran Tüzer

     

ERGENLİK DEYİP GEÇMEYİN!

Ergenlik Nedir? Ergenlik Döneminde ki Çocukla Nasıl İletişim Kurulmalıdır?

Ergenlik; çocukluk ile yetişkinlik arasında fiziksel, duygusal ve bilişsel olarak değişim gösteren, bir olgunlaşma ve geçiş dönemi olarak değerlendirilir. Ergenlik süreci hem gençlerin hem de ailelerin kaygı duyduğu bir evredir. Bu dönemde ergen bedensel ve duygusal değişimlere ayak uydurmaya çalışırken bir yandan da  ailesel ve akran ilişkilerinde değişim veya yön değiştirme görülmektedir. Ergenlik genel olarak kızlarda 9-10, erkeklerde 11-12 yaş civarında başlar. Ergenliğin her çocukta farklı olabileceği kendine özel olduğu unutulmamalıdır ve ona göre değerlendirilmesi gerekir. Ergenliğin başlaması ve bitmesi; cinsiyet, kilo, ırk, anne-babanın ergenlik seyri, beslenme, sosyal ve psikolojik duruma göre değişim göstermektedir.

Ergenlik dönemi kişiliğin yeniden yapılandığı önemli bir dönem olduğu için dikkate alınmalıdır. Bu süreçte beyinde ve bedende önemli değişiklikler meydana gelir ve bu değişiklikler çocuğun üretkenliğini artırarak bir erişkin olma yolunda ilerlemesini sağlar. Bu süreçte ki kişiliğin yapılanmasında önemli olan etkenler çocuğun yaşadığı çevre, aile, arkadaşlık ilişkileri, eğitimi önemli bir rol alır. Yaşanan süreçte ortaya çıkan ve çıkabilecek sıkıntılar göz önüne alınmalı ve önemsenmelidir. Karmaşık duyguların yaşandığıbu süreçte ergenin dürtüselliği artabilir ancak diğer taraftan bu duyguları kontrol etme becerisi geliştirir ve duygularını kontrol etmeyi öğrenir.

Ergenlik sürecinde ki gençler genelde bağımsızlık arayışı içinde olurlar. Ayrı bir birey olduğunu öncelikle kendine ve etrafına gösterme çabası içinde, kendi kararlarını alma, kendi yaşamını düzenleme, kendi seçimlerini yapma gibi istekleri olmaktadır. Bu çabanın asıl sebebi ergenin kendisinin farklı olduğunu, çevresindekilerin isteğine göre hareket etmek istemediği ve kendi düşünceleri olduğunu göstermektir. Bu sebepten dolayı çoğunlukla aile ile çatışma yaşandığı görülmektedir.

Ergenlikte sebepsiz yere bağırma, sinirlenme, ağlama veya yemek yememe gibi davranışlar görülmez. Bu tür belirtiler genellikle başka ruhsal sıkıntıların sebebi ile ortaya çıkabilir.

Bu dönemde yaşadıklarını anlayıp, kendilerini dinlemek için genellikle yalnız kalmayı tercih edebilirler. Kendilerine ait özel bir dünya olmasını isteyebilir. Bu yalnız kalma süreci ergen için bir mahremiyet olarak değerlendirilir ve bu mahremiyete saygı duyulmasını ve anlaşılmasını bekler. Aile ile her şeyi paylaşmayıp anlatmamayı tercih edebilir. Ergen ailesine olan bağımlılığından kurtularak kendi kimliğini bulmak isteyebilir. Bu nedenle aileden uzaklaşma ve yalnız kalma ihtiyacı hissedebilir. Odaya kapanma, kimseyle konuşmak istememe, odasına kimsenin girmesini istememe gibi davranışlar gözlenebilir. Bunlara saygı duyulmadığını gördüğü veya düşündüğü noktalarda büyük tepkiler verebilir. Aileler çocuklarının kendilerinden uzaklaştığını düşünerek endişeye kapılabilirler. Çocuklarının onlarla bir şey paylaşmamasından dolayı gizli ve yanlış işler yaptığını düşünüp kaygı duyabilirler. Bu nedenle aile çocuğunu kontrol etmek isteyebilir ancak bu ergen tarafından baskı olarak algılanıp tepki göstermesine sebep olabilmektedir. Bunun sonucunda aile çocuğunun öfkeli ve isyankar olduğunu düşünerek çatışma yaşayabilirler. Genellikle aile içi çatışmaların bu gibi sebeplerden dolayı ortaya çıktığı görülmektedir. Ergenlik sürecindeki gençler çoğunlukla arkadaşları ile vakit geçirmeyi tercih edebilir. Genellikle kendine yakın bulduğu arkadaşları ile paylaşımlarda bulunur.Ve en büyük korkuları arkadaş çevresi tarafından dışlanmaktır.

Kimlik arayışında olan ergenler kendilerine kimlik modelleri ararlar. Buradaki kimlik modelleri genellikle yakın arkadaş çevresi ve yaşıtları olur. Kendilerini bir gruba ait hissetmek isteyebilirler. Bu nedenle yakın arkadaş çevresi gibi giyinip, onlar gibi davrandığı gözlemlenir. Burada ailesi dışında ve aileden bağımsız olarak kabul edildiği bir ortama aitlik kazandığını düşünebilir. Aileler çocuklarının arkadaşlarını desteklemeli ancak grup etkisi ile bazen yanlışlar da yapılabileceği bilincini aşılamalıdır. Çocuğun çevresini tanımak bu süreçte önemlidir ancak bu tanıma çocuğun eşyalarını karıştırarak yapmak doğru değildir. Çocuklarının arkadaşları ile yakından görüşüp tanışma sağlanabilir. Anne babalar olarak çocuklar ile sürekli tartışmak ve arkadaşlarını kötülemek çocuğu daha fazla uzaklaştırır. Yalnız kaldığını düşünen çocuk arkadaşlarına daha fazla bağlılık gösterebilir. Yaşanan sorunlarda işbirlikçi olmak, birlikte çözüm yolu aramak aileler ile çocuk arasında ki iletişimi kuvvetlendirir.

Ergenlerin aslında ihtiyacı olduğunu düşündüğü şeyler; bağımsızlık ve otonomi sahibi olmak. Bunun yanı sıra mahremiyetine saygı duyulması, hata yapmada özgür olma ve karar almada bağımsızlık, akranları ile daha fazla vakit geçirme gibi isteklerdir.

Aileler genellikle bunları göremeyebiliyor ve ergenin daha çok nasihate ve tavsiyeye, kurallara, sınırlara ihtiyacı olduğunu düşünüyor. Aynı zamanda ergenin aile ve akraba bağlarını daha çok kuvvetlendirmeye çalışma, onları yapacakları hatalardan korumaya çalışma eğilimi göstermektedirler.

Ergenler kimlik arayışı için ailelerine olan bağımlılıklarını koparmak isterken diğer yandan hayatta ki zorluklar ve tehlikelere karşı savunmasız oldukları düşünerek korkabilirler. Dış dünyaya açılırken ailesinin rehberliğine ve korumasına ihtiyaç duymazken kendini güvende hissetmeye ihtiyaç duyacaktır. Bu nedenle ailelerin yaşanan bu süreçte olaylara fazla müdahale yerine biraz daha akışına bırakmaları daha sağlıklı bir yol olabilir. Ergen yetişkinliğe adım attığı dönemde birçok hata yapabileceği gibi birçok iyi seçimlerde yapacaktır. Ailelerin bunun bilincinde olup çocuklarına bunu yansıtması önemlidir.

Burada akışına bırakmak demek olaylarla ve çocukla ilgilenmemek demek değildir. En güzel örnek küçük bir çocuğun özgüvenini desteklemek gibi düşünülebilir. Küçük çocukların özgüvenini desteklerken aileler çocuklarını belirli uzaklıkta ki bir mesafeden izler. Çocuk hem bağımsız hisseder hem de güven ihtiyacı duyduğu anda kafası çevirdiğinde annesinin veya babasının orda olduğunu görerek rahatlar.Ergenlik süreci de buna benzer. Aileler çocuklarının ergenlikten yetişkinliğe adım atarken çocuğunun yaptıklarını başında dikilerek değil belirli bir mesafeden izleyerek takip etmesi gerekir. Bu hem ergenin istediği özgürlük alanı olarak değerlendirdiği sınırları zorlamamış olacaktır hem de kendine olan güvenini destekleyecektir.

Ergenle sağlıklı bir iletişim kurmak için öncelikle onun artık kendine özgü bir birey olduğunu ve eskisi gibi olmayacağını kabullenmek gereklidir. Her zaman iyi bir dinleyici olmak, panik durumlarda bile sakinliği ve kızgınlığı kontrol altına alabilmek, ani tepkilerden ve nasihatlerden kaçınmak önemlidir. Sorunlarını ciddiye almak, ona vakit ayırarak dinlemek sağlıklı bir iletişim için gereken bir noktadır. Bu çocuğun aile ile bir şeyleri paylaşma konusunda cesaretini ve hevesini arttıracaktır. Ailelerin davranış biçimine göre ergende aile içinde önem verildiğini düşünür ve o da ailesi ile fikir alışverişine hazır olabilir.

Aileler, çocuklarına güvendiklerini hissettirmeli ve bu güven ortamında yaşaması için cesaretlendirmesi önemlidir.

 

Uzman Klinik Psikolog

Gizem DURAN TÜZER

Anne Baba Tutumlarının Çocuk Üzerinde Ki Kişilik ve Psikolojik Etkileri

Anne Baba Tutumu Nedir?

Çocuğunu yetiştirirken anne babanın kullandığı davranışların ve yöntemlerin  tümüdür. Bu tutumların hepsi çocuğun psikolojik ve kişilik açısından gelişimi için oldukça önemlidir. Çünkü çocuğun benliğini geliştirirken aile ile kurduğu ilişki şimdi ve ileriki yaşamının etkileri olabilir. Bu gelişimin sağlıklı bir biçimde olabilmesi için ailelerin tutumunu belirleyen iki önemli unsur bulunur. Birincisi; koşulsuz sevgi ve kabul, ilgi, bakım, destek ve yakınlık ikincisi ise; ailenin çocuk için belirlediği kontrol amaçlı sınırlardır.

En sık karşılaşılan anne-baba tutumları; Baskıcı ve otoriter anne-baba tutumu, aşırı hoşgörülü anne-baba tutumu, aşırı koruyucu anne-baba tutumu, tutarsız anne-baba tutumu, reddedici veya ihmal eden anne-baba tutumu, mükemmeliyetçi anne-baba tutumu, demokratik ve güven verici anne baba tutumu olarak sıralanabilir. Bu anne-baba tutumlarının birden fazlası aile içinde var olabilir. Ancak içlerinden bir tanesi daha belirgin bir biçimde görülebilmektedir.

Baskıcı ve Otoriter Anne-Baba Tutumu

Anne/babanın veya her ikisinin de çocuğa uyguladığı, çocuğun isteklerini kabul etmeksizin emir veren, katı kuralları ve sıkı disiplini olan aile tutumudur. Otoriter ailelerin, iletişim boyutunda incelendiği zaman aile içinde ki iletişimlerinin de sınırlı olduğu görülmektedir. Çocuğun fikri fazla sorulmaz. Çocuğa fazla sevgi gösterilmez veya sınırlıdır. Çünkü çocuğa gösterilen sevginin çocuğu şımarttığı düşünülür.

En iyi cezanın fiziksel ceza veya sözel saldırganlık olduğu düşünülür. Sevgiyi kısmak da kullanılan diğer ceza türlerindendir.

Baskıcı ve otoriter anne baba tutumu ile büyütülen çocukların kişilik özelliklerine bakıldığı zaman çoğunlukla özgüveni zayıf, ürkek, çekingen, her işte dikkatli olmasına rağmen yine de kendinden emin olamayan bireyler oldukları görülmektedir. Aynı zaman da başkalarının etkisi altında çabuk kalabilir ve kendi isteklerini dile getiremezler. Bunun yanı sıra kendilerinden güçsüzlere karşı saldırgan davranışlar gösterebilirler.

. Mükemmeliyetçi yapıları gelişir ancak kendilerini hiçbir zaman başarılı bulmazlar ve  sık sık kendilerini eleştirirler. Yabancı olan her şeye güvensizlik duyar, dünyayı tehdit olarak görebilir. Düşünceler de katılık ve otoriterlik geliştirebilirler.

Aşırı Hoşgörülü Anne-Baba Tutumu

Çocuğun aileye hükmettiği aile tutumudur. Anne baba çocuğun isteklerini hiçbir denetim ve sınırlamalar olmaksızın kabul eder ve tüm hayatını çocuğun istek ve arzusuna göre belirler. Çocuğa karşı aşırı sevgi gösterilen bu ailelerde disiplin yok denecek kadar azdır. Çoğu olumsuz davranışlar hoşgörü ile karşılanır. Aile içinde çocuğa kontrol amaçlı sınır koyulmadığı görülmektedir. Bu aile tutumu genellikle çocuk merkezlidir ve çocuk ne derse o olur.

Aşırı hoşgörülü aile de yetişen çocuklar; kural tanımayan, bencil, sabırsız, her istediğinin anında gerçekleşmesini isteyen, doyumsuz kişilik yapılarına sahip olduğu görülmektedir. Dürtülerini denetleme yeteneği gelişemez. Doyumsuzlukları ileride zararlı alışkanlıklar edin-melerine neden olabilir.

Aile içinde kuralsız bir biçimde yetişen çocukların ilerde karşılaştıkları kurallar ve otorite ile oldukça sıkıntı yaşadığı görülmektedir. Özellikle okuldaki kurallarla karşılaşınca okula ve arkadaş çevresine uyum sağlamakta zorlanabilirler.

Sosyal ortama girdiğinde ve her dediğinin olmadığını gördüğünde de hayal kırıklığına uğrarlarve bu durum karşısında agresifleşebilirler.

Aşırı Koruyucu Anne-Baba Tutumu

Çocuğun her zaman kontrol altında tutulduğu, her an zarar gelebilir endişesi ile aşırı ilgi ve alaka gösterilen aile tutumudur. Genellikle bu düşünce nedeniyle çocuğun sokağa çıkması bile istenmeyip kısıtlanabilir. Bu koruyup kollama çocuğun kendini gerçekleştirebileceği faaliyetleri de engelleyebilecek düzeyde olabilir. Çocuk sürekli korunmaya muhtaçmış gibi düşünülür ve davranılır. Çocuk adına kararlar alınır, kendi kararlarını vermesi için yeterli olanak verilmez. Bu nedenle çocuk her zaman kendisi adına en iyi olanına ailesinin karar verebileceğini düşünür ve ileri ki yaşamında kendi kararlarını almakta zorlanır. Çoğunlukla kararsız kalır. Başkalarının düşünce ve fikirlerine daha çok önem verir.

Çocuğun yerine getirmesi gereken sorumlulukları da çoğunlukla anne-baba yapmaktadır. Bu nedenle hiçbir engelle karşılaşmamış olan çocuğun çözüm üretme ve başa çıkma becerileri gelişemez. Yetişkin yaşamına yeterli hazırlık yapamazlar.

Aşırı koruyucu anne baba tutumları ile büyüyen bu çocuklar; aileye aşırı bağımlı, özgüveni eksik, duygusaş açıdan zayıf kişiler olabilirler. Dünyayı bir tehdit olarak algılayabilirler. Sürekli kaygılı ve sürekli kendini ve haklarını savunup koruyacak birilerini ararlar. Bu şekilde yetiştirilen çocukların bağımlılıkları ömür boyu sürebilmekte ve eşlerinden de ailesinden gördükleri şeyleri bekleyebilmektedirler.

Tutarsız Anne-Baba Tutumu

Aşırı hoşgörülü olmak ile otorite ve disiplinli tutum arasında gidip gelen aile tutumudur. Bu tip ailelerde genellikle kurallar yoktur. Anlık çözümler, tartışmalar görülmektedir. Aile içinde konulan kuralların bazen hiç yokmuş gibi bazen de çok katı bir biçimde uygulandığı görülmektedir. Çocuğa toplum içinde onaylanan ve onaylanmayan davranışların net olarak gösterilmediği, genellikle çocukta kafa karışıklığına neden olduğu bir durumdur.

Genellikle ebeveynler arasında da birinin doğru bulduğunu diğeri yanlış olarak değerlendirdiği aile tutumlarıdır.

Tutarsız anne-baba tutumunda yetişen çocuklar; karar vermekte zorlanan, diğer insanlara güven duymayan, dengesiz, tutarsız, kurallara karşı kayıtsız, kararsız, aşırı isyankar veya boyun eğici olarak yetiştikleri görülmektedir. Bu tutumla yetişen çocuklar nerede ne yapacağını ve nasıl davranacağını bilemezler. Hangi tepki ile karşılaşacaklarını bilemedikleri için sürekli kaygılıdırlar. Bu durum çocuğun kendini güvende hissetmesini engeller.

Reddedici veya İhmal Eden Anne-Baba Tutumu

Çocuğa bakma ve koruma yükümlülüklerini gereğince yerine getirmeyen,  sağlık hizmetlerini aksatarak çocuğun aslında istenmediğini hissettiren,  temel bakımını aksatan aile tutumu olarak tanımlanabilir. Çocuğa karşı düşmanca tutumlar beslemek bu tip aile tutumlarında görülmektedir.

Genellikle çocuğa uygun ev ortamı oluşturulmaz, eğitimine önem verilmez, duygusal açıdan sevgi gösterilmez, evde ki risklerden korunmazlar.

Reddedici veya ihmal edilen anne-baba tutumu ile yetiştirilen çocuklar; saldırgan, çevresinin dikkatini çekmeye çalışarak var olduğunu ispatlamaya çalışan, özgüveni düşük, iletişim sorunları yaşayan, nefret besleyen, kimseye güvenmeyen, çevresindekilere düşmanca tutum sergileyen kişiler olarak yetişirler.

Bu çocukların yetişkin rolü almakta başarısız oldukları görülmektedir. Sosyal açıdan içine kapanık ve kendine dönük kişiler olabilirler.

Mükemmeliyetçi Anne-Baba Tutumu
anne ve babanın kendi yapamadığı, yaşayamadığı veya gerçekleştiremediği amaçları çocuklarından bekleyen aile tutumudur. Genellikle benmerkezci ailelerdir. Çocuklarının becerilerine, kapasitesine ve potansiyellerine bakmadan kendi istedikleri alanda başarılı olmalarını beklerler.

Mükemmeliyetçi anne-baba tutumu ile yetişen çocuklar; ağır beklentiler altında ezilerek sağlıklı bir kişilik geliştiremeyebilirler. Çoğu zaman kendilerini yetersiz ve beceriksiz hissederler. Sürekli olarak başarıya yönelik çabalarlar istedikleri seviyeye ulaşamadıklarında hayal kırıklığına uğrarlar. Yaptıkları işleri beğenmezler.

Koşulsuz sevgi göremeyen çocuklar, yalnızca başarılı oldukları zaman sevgiyi hak ettiğini düşünür. Bu nedenle kendini değersiz hissederler.

Demokratik ve Güven Verici Anne-Baba Tutumu

İdeal aile tipi olarak tanımlanabilen aile tutumudur. Anne-baba tutumları arasında en sağlıklı olarak kabul edilen, güven verici ve destekleyici yaklaşım biçimi olarak görülür. Temel kurallar ve kısıtlamalar bulunur ve bunun yanı sıra çocuk özgür bir biçimde sorumluluklarının bilincinse olarak yetişirler. Bu aile tutumunda koşulsuz sevgi ve kabul vardır. Çocukların düşüncelerini ve fikirlerini özgürce paylaşmaları desteklenir. Anne babaların davranışları birbirleriyle tutarlı ve kararlıdır. Çocukların temel bakımına önem verirler, ortak paylaşımlarda bulunurlar, çocukların potansiyellerine göre sorumluluk veririler.

Demokratik ve güven verici aile tutumunda yetişen çocuklar; kendilerine güvenen bireyler olurlar. Sosyal ilişkileri kuvvetlidir, uyumlu ve yaratıcı kişilerdir. Aynı zamanda sorumluluk sahibi, diğer insanlara güvenen ve sevilen, bağımsız ve diğer insanlarla iş birliği sağlayan kişilerdir.

Hatalı anne-baba tutumları nedenlerine bakıldığı zaman genellikle evlilik çatışmaları görülmektedir. Eşler arasındaki ilişkinin doyuruculuğu ve eşlerin kendi yaşamlarından memnun olup olmamalarının, çocuklarından beklentilerini ve çocuğa dönük davranışlarını etkilediğini araştırmalar ortaya koymuştur (Yavuzer 1996).

Aynı zamanda anne babanın kendi yetiştirilme tarzı da bu süreçte oldukça önemlidir. Kendi çocukluğunda aile içinde iyi bir iletişim kuramayan, sevgi ve saygı görmeyen kişilerin, yaşadığı kötü deneyimler nedeniyle kendi çocuklarına karşı tutumları da etkilenmektedir.

Bunun yanı sıra; ekonomik yetersizlik, anne ve babanın arasında ki kültürel farklar, yoksulluk, işsizlik, eğitim yetersizliği, erken anne-baba olma, anne-babanın ruhsal problemleri de olumsuz ebeveyn tutumlarına neden olan sebeplerin başında gelmektedir.

Uzman Klinik Psikolog

Gizem DURAN TÜZER

ÇOCUK OKULA NASIL UYUM SAĞLAR?

Okullar Açılıyor…

Yeni eğitim-öğretim yılı başladı. Birçok çocuk ilkokula merhaba derken, birçoğu da yeni sınıfına yeni bir başlangıç yaptı. Bu başlangıç muhtemelen beraberinde birçok soru ve sorunu da beraberinde getirdi. Çocuklar için ilk sosyalleşme kurumu olan okul, aynı zamanda çocukların ilk korku unsurlarından da biri olabiliyor.

Çocukların ve ebeveynlerinin sıklıkla zorluk yaşadığı konuların başında; çeşitli bahaneler ile okula gitmek istememe, ödevlerini yapmak istememe, erken uyumak istememe, kurallara uymakta zorluk çekme, okulda huzursuz olması, ve bazı hastalık belirtileri göstermesi  gibi sıkıntılar başta gelmektedir.

Okula başlayan çocukta mide bulantısı, karın ağrısı ve baş dönmesi gibi rahatsızlıklar görülebilmektedir. Bu rahatsızlık belirtileri genellikle okul fobisinden kaynaklanmaktadır. Genellikle anneye çok bağımlı bir çocuğun aniden anneden ayrılmasıyla ortaya çıkan bu durum, pazar akşamı yatmadan önce ve pazartesi sabahı görülüyor. Eğer anne-baba çocuğun bu durumu karşısında endişelenir ve onu okula göndermezse bu davranış alışkanlık haline gelebilir. Okul korkusuna bağlı olarak çocukta uyku problemleri ve alınganlık görülebilir.

Unutulmamalıdır ki okula başlayan çocuk ilk kez ailesinden ayrılma durumu yaşayacaktır.  Ortak büyük bir yapıda bulunacak ve uyum sağlamaya çalışacaktır. Bu durum çocuk için kendi içerisinde yeni bir sürece geçiştir. Çocuklarda ki geçiş süreçleri her zaman sabır gerektiren bir durumdur. Aileler olarak bu süreçte çocuklara destek olmak, anlayışla yaklaşmak her zaman en önemli unsurdur. Anne-babanın tutumları, çocuğun okul dönemine alışmasında oldukça önemlidir. Anne ve babanın çocukla olan ilişkisinin aşırı bağımlı olması okul korkusunun nedenlerinden biridir. Çocuğun sürekli endişe duyan bir aile içinde yaşaması, her istediğinin yapılması ve sürekli huzursuz bir aile düzeninde yaşaması okul korkusuna sebep olan başlıca nedenlerdir.

Bu geçiş dönemini daha rahat atlatmak için ailelerin uyması gereken bir takım durumlar ele alınabilir.

Çocuk okul korkusu yaşıyor ve okula gitmek istemiyorsa okula gitmesi sağlanmalı fakat kesinlikle şiddet ve baskı uygulanmamalıdır.  Öğrenci, okul eğitiminin faydaları hakkında açıklayıcı bilgiler verilerek ikna edilmelidir.  Okula giderken anne ve babanın endişelenmesinin çocuğu daha da korkutuyor ve çocuğun okul arkadaşları ile daha fazla zaman geçirmesine yardımcı olması öneriliyor.

Öğretmeniyle tanışın, işbirliği içinde olun ve  ortak bir iletişim dili geliştirin.

Ebeveyn-öğretmen görüşmeleri çocuğunuzun öğretmenini tanımak, onun beklentilerini anlamak ve kendi beklentilerinizi ifade etmek açısından değerli fırsatlardır. Bu görüşmeler, çocuğunuzun okuldaki durumunu doğrudan takip etmenizi ve çocuğunuzu daha doğru yönlendirmenizi sağlar.

Orada yeni şeyler öğreneceğini, yeni arkadaşlarla tanışacağını ve oyun oynayacağını söylemek; şarkı söyleme, masal dinleme, yap-boz yapma, resim yapma, arabalarla oynama gibi etkinliklerde bulunacağını anlatmak ön hazırlığın temel parçalarından biridir. Bunun dışında ‘Öğretmeninle ve arkadaşlarınla aktiviteler yapacaksın”, “Teneffüste oyun oynayacaksın”, “Yemek yiyeceksin” ve “Diğer arkadaşlarınla beraber dinleneceksin” gibi sözler de onu rahatlatacaktır.

 Çocuk, onunla birlikte orada kalamayacağınızın bilincinde olmalıdır. Bunu ona söylemek gerekir. Sabah veya öğle programına göre çocuğa: “Seni götürürken sana eşlik edeceğim”, “Biraz kalacağım”, “Anneler babalar gittiği zaman gideceğim ve öğlen(akşam) seni almaya geleceğim”, ya da x kişi seni almaya gelecek” gibi sözler söylemek ona güven verebilmek adına oldukça önemlidir.

Okuldaki sosyal ilişkilerini merak edin ve destekleyin. Onun okulda neler yaptığını, arkadaşlarıyla neler paylaştığını, öğretmeniyle arasının nasıl olduğunu sorun. İlginiz ve merakınız, çocuğunuza önemsendiği hissini verecek ve ilişkilerine dair farkındalık kazanmasına yardım edecektir.

-Endişeli ve gergin olmamaya dikkat edin çünkü çocuk bunu hisseder. Mümkün olduğunca rahat olmaya çalışın.
-Çocukla ayrılırken “Görüşmek üzere”, “ben gidiyorum” gibi açıklamalar yapmadan okuldan ayrılmayın. Çünkü  okula bırakıp kaçar gibi çıkarsanız çocuk kendisini kaybolmuş/terkedilmiş ve bırakılmış hissedebilir.
-Okuldan döndüğünde gününün nasıl geçtiğini ve neler yaptığını sorun. Ancak onu konuşmaya zorlamayın. Kendiliğinden anlatmaya başladığında ilginizi ve dikkatinizi ona verin.
-Çocuğu bıraktığınız zaman ağlamalar, bağırmalar yaşanabilir, bu durumda onu sakinleştirmelisiniz. Ancak her gün, tüm gün boyunca çocuğun yanında kalmayın. Sürekli çocukla  okulda birlikte kalırsanız çocuk okula alışamaz. Onu sakinleştirdikten sonra öğretmenine teslim etmelisiniz. Bu olmadığı ve tekrarlandığı takdirde çocuk tek başına baş etmeyi bilmeyen, bağımlı bir çocuk haline dönüşür ve bu durum onu güçsüz, kendine güvensiz hissettirir.
-Unutmamalısınız ki anaokuluna uyum zaman gerektiren bir süreçtir.  Eğer sorunları bu şekilde de çözemiyorsanız çocuğun mutlaka bir psikolojik yardım almasını sağlayın ve gerekirse anne baba olarak siz de destek alın.

 

Zamanı Etkili Kullanma

Etkin Zaman Yönetimi

“Keşke biraz daha zamanım olsaydı!” Siz de sık sık böyle düşünüyor musunuz? Aslında tüm insanlar zaman konusunda eşittir.

Zaman geçtiğinde bir daha geri alınamaz. Öyleyse en iyisi sahip olduğumuz zamanı akıllıca kullanmaktır. Peki nasıl?

Eğer üretken insanlar arasında yer almak istiyorsak, zamanla ilgili düşüncelerimiz ve söylediklerimiz olumlu olmalıdır. Ör: “Zaman hep benim yanımdadır” “Zamanım her şeye yeter” gibi.

Sabah uyandığımız andan itibaren uyguladığımız güne başlama alışkanlıklarımız, dünya ile etkileşime geçmeden önce kendimizi hazırlamamız açısından oldukça önemli. Bunların içerisinde; meditasyon yapmak, sevdiklerinizle zaman geçirmek, egzersiz yapmak, kahvaltı yapmak, kitap okumak ya da kitap yazmak gibi farklı, hoşunuza giden, size ait, enerjinizi yükselten alışkanlıklar olabilir. Güne başlama alışkanlıkları, sizi başarı için fiziksel ve psikolojik olarak hazırlayacaktır.

Zamanı etkin bir biçimde kullanmak için öncelikle bir günde, yani 24 saatte ne yapıyoruz? Adım atmadan önce bunu öğrenmeniz yararınıza olacaktır. Genel olarak yaşamımızın;

  • %32’sini uyuyarak
  • %20’sini çalışarak
  • %10’unu yemek yiyerek
  • %9’unu seyahat ederek
  • %8’ini kişisel bakım yaparak
  • %8’ini öğrenerek
  • %7’sini bekleyerek
  • %6’sını diğer faaliyetlerle geçiririz.

Programlı Olun

Yapmanız gereken önemli veya acil işlerin bir listesini hazırlayın. Takvimleme yapın. Yapılacak işlerinizi zaman sırasına koyun.

ÖNCELİKLERİNİZİ SIRALAYIN

  • SAĞLIK
  • AİLE
  • İŞ
  • EĞİTİM
  • ARKADAŞLAR
  • MANEVİYAT
  • TOPLUMSAL FAALİYETLER
  • EĞLENCE vs.

Etkili bir zaman yönetimi yapabilmek, yapacağınız işleri ve kendinize ayıracağınız zamanı verimli bir şekilde kullanabilmek için, yaşadığınız zaman süresi içinde istenen düzeyde planlayabilmek ölçütünüz olmalıdır. Planlama yaparken dikkat edecekleriniz;

  • Zor olandan kolay olana doğru işleri yapmak,
  • İşleri planlanan gün ve saate göre yapmak, sürüncemede bırakmamak,
  • Bir işi bitirmeden diğerine geçmemek,
  • Yapılan işe pürdikkat konsantre olmak,
  • Yaratıcılıkla ilgili faaliyetler için zaman ayırmak,
  • Rutin işlerden kaçınmak,
  • Gereksiz ayrıntılardan uzak durmak,
  • Toplantıları zamanla sınırlamak,
  • Engellenmeden çalışılabilecek saatler belirlemek,
  • İş paylaşabilecek eleman yetiştirmek.

Zamanınızı ve enerjinizi tüketmekten başka bir işe yaramayacak önemsiz işleri erteleyin veya iptal edin. İşinizi bitirdiğiniz için fazladan zamanınız kaldıysa daha sonra yapmayı planladığınız şeyleri bu arada yapabilirsiniz.

Plan yaparken unutmamanız gereken üç önemli nokta; ruhsal, fiziksel ve zihinsel durumunuz.

  • Daha verimli çalışabileceğiniz, üretken olduğunuz saatleri önemli işlere ayırmaya,
  • Günü ayrıntılı planlamaya, ancak beklenmeyen durumlar için esnek olmaya,
  • Başlama zamanlarına sadık olmaya,
  • Planınızı gerçekleştirebilmek için çevrenizdekilere gerektiğinde “Hayır” diyebilmeye,
  • Her sabah, kendinize 10-15 dakikalık planlama zamanı ayırmaya ve küçük notlar alabileceğiniz bir ajanda edinmeye ya da cep telefonu uygulaması kullanmaya,
  • Günü hep olumlu biçimde tamamlamaya,
  • Gerçekçi plan hazırlamaya ve günlük planın esiri olmamaya,
  • Ödüllendirici olmaya, (planınızı gerçekleştirdiğinizde kendinizi takdir edebilmelisiniz.)
  • Değerlendirme yapmaya (planımı uygulayabildim mi, yolunda gitmeyen neydi, neleri yeniden düzenlemeliyim gibi) özen göstermeniz planınızın verimli ilerlemesine yardımcı olacaktır.

 Boşuna zaman harcamanızı gerektirecek veya önemsiz şeylere hayır demeyi öğrenin.

Erteleme
Etkili zaman yönetimi için tehlikeli olan bu davranış, gündelik hayatınızda ki ertelediklerinizle başlar ve ardı sıra gelen artçı şoklarla yoluna devam edecektir.

İş ve dinlenme arasında denge kurun. Uykunuzdan kısmayın.

Dinlenmek için zaman ayırın. Genelde yetişkinlerin fiziksel, duygusal ve zihinsel olarak yenilenebilmesi için ortalama sekiz saatlik bir gece uykusuna ihtiyacı vardır. Uyku, zamanı kullanmanın iyi bir yoludur. Konsantre olmayı kolaylaştırır ve hafızayı güçlendirir, bu da öğrenmeyi hızlandırır. Öte yandan uyku eksikliği öğrenmeyi zorlaştırır, kaza ve hata yapma riskini artırır ve sinir bozukluğuna yol açar.

Zaman yönetimi tamamen bireysel bir durumdur. Yani tamamen sizin çabanıza bağlıdır. Zaman yönetimi için gerekli olan tek şey kendinizdir. Buna zihinsel olarak hazır olmanız gereklidir. Etkili zaman yönetimi sayesinde, iş hayatınız ve sosyal yaşantınızda sorunları minimize etmeyi ve zamanı iyi kullanmayı düzen haline getirmeniz önemlidir.

Unutmayın! Gün herkes için 24 saat…